Feyzi's Webseite

 

Kul namaza durduğunda rükua gidinceye kadar hayır onun başı üzerine saçılır. Rükuda iken secdeye varıncaya kadar, Allah’ın rahmeti onu kaplar. Secde ettiğinde ise, Allah’a manen yaklaşır. Ve onun rahmet nazarını kendine çevirir. [Hadis-i Şerif (Said bin Masur).]


ŞEYH ŞÂMİL'İN YARALANMASI   (okuma parcasi)


Kafkasya'da, Gimri Muharebesi'nde, bağrına zâlim bir Rus süngüsü saplanan Kafkas Kartalı Şeyh Şâmil, büyük bir soğukkanlılıkla bir ucu sırtından görünen süngüyü çıkarıp attı. Bir yanda canından çok sevdiği İmam Gazi Muhammed'in şehâdeti, bir yanda da bağrına saplanan süngü, Şeyh Şâmil'i yaralı bir arslan hâline getirmişti. Sol elindeki kılıç her vuruşunda birkaç Rus kâfirini yere seriyordu. Korkudan gözleri yuvalarından fırlayan Ruslar, kaçacak delik arıyorlardı. Şâmil, akşamın karanlığına karışıp gitmişti. Şâmil'in yaralandığını gören Gimri Câmiî müezzini Şâmil'i takip edip, karanlık iyice bastırdığında onu bir mağaraya götürdü. Müezzin Mehmet Ali'den durumu öğrenen Şeyh Şamil'in kayınpederi Abdülaziz Efendi hemen yola çıktı. Dağıstan'ın en meşhur cerrahlarından birisi idi. Birkaç gün mağarada kalarak Şeyh Şâmil'i şifalı otlardan hazırladığı ilâçlarla tedâvi etti. Ancak bu tedâvinin daha uzun bir süre devam etmesi lâzımdı. Şeyh Şâmil'i, Unsokul Köyü'ne getirdiler. Tedâviler aralıksız sürüyordu. Tam 25 gün sonra Şeyh Şâmil komadan çıktı. Gözlerini ilk açtığı an başucundan hiç ayrılmayan annesini gördü. Annesine ilk sözleri şu oldu: "Anacığım! Namazımın vakti geçti mi?"


DİNİMİZİN DİREĞİ NAMAZDIR: Namazın dinimizde ayrı bir önemi vardır. Çünkü, ibâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran ibadet namazdır. Peygamberimiz; "Namaz dinin direğidir. Namaz kılan kimse, dinini kuvvetlendirir. Namaz kılmayan, elbette dinini yıkar." buyurdu. İlk insan ve ilk peygamber Âdem aleyhisselâmdan beri, namaz vardı, namaz kılınırdı. Fakat, bugünkü gibi 5 vakit değildi. Bazı ümmetler, sadece sabah, bâzıları ikindi, bâzıları değişik vakitlerde namaz kılıyordu. Meselâ, Hazret-i Âdem ikindi, Hazret-i Yâkub akşam, Yûnüs aleyhisselâm yatsı namazını kılardı. Hepsinin değişik zamanlarda kıldığı bu namazlar, bir araya toplanarak bize, Mîrâc gecesinde farz edildi. Mîrâcdan önce sadece, sabah ve ikindi namazı kılınıyordu. Âhırette ilk suâl, namazdan sorulacaktır. Kişi eğer, namazın hesâbını verebilirse, diğer ibâdetler ondan sonra sorulacaktır. Yâni bir bakıma namaz barajdır. Her kim, namazını, devam üzere ve ilmihâl kitaplarında bildirildiği gibi, eksiksiz olarak edâ ederse, yâni kılarsa İslâm binasını dikmiş, yıkılmaktan kurtarmış olur. Namaz, îmândan sonra en üstün ibâdettir. Namaz kılmak, îmânın şartı değil ise de, namazın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır. Namaz kılmayana îmânsız denilemez. Ancak, namaz kılmayanın da îmânını muhafaza etmesi çok zordur... Namaz kılmak, Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünerek, O'nun karşısında kendi küçüklüğünü anlamaktır. Bunu anlayan kimse, hep iyilik yapar. Hiç kötülük yapamaz. Namazı doğru olarak kılmakla şereflenen bir kimse, çirkin, kötü şeyler yapmaktan korunmuş olur. Ankebût sûresinin kırkbeşinci âyetinde meâlen; "Doğru kılınan namaz, insanı kötülüklerden ve münkerden her hâlükârda uzaklaştırır." buyuruldu. Âkıl isen kıl namazı, çün saadet tâcıdır. Sen namazı öyle bil ki, müminin mîrâcıdır!


NAMAZI GECİKTİRMEK

Namazı, dînî bir özür olmadan kazaya bırakmak, haramdır ve büyük günahtır. Namazı vaktinden sonraya bırakabilmek için, 5 özür vardır:


1- Savaşta, düşman karşısında, oturarak ve kıbleden başka tarafa dönerek bile namaz kılmaya imkân yok ise, hayvan üstünde giderek de kılamazsa,


2- Misafir; yolda hırsız, eşkıya, yırtıcı hayvana yakalanmamak için,


3- Annenin veya çocuğunun telef olacağı zaman, ebenin ve âcil ameliyatlarda doktorun müdahalesi,


4- Unutmuşsa,


5- Uyuyup kalmışsa, namazı geciktirmek özür olur.

_______Ö L Ü M________

Her oyunun kendine göre bir kurali vardir. O kurallara uyularak o oyun oynanir. Eger siz bu oyunu kurallariyla degil de; ben diledigim gibi oynayayim derseniz, size o sahada yer yoktur. Tavla oynuyorsaniz pullari gelen zarlarin rakamina göre ilerletmek mecburiyetindesiniz. Futbolda iseniz topu elinize alamazsiniz. Basket oynuyorsaniz topu ayaginizla yürütemezsiniz. Bunlar oyunun kuralidir. Eger bu kurallari kabul etmiyorsaniz; o zaman zaten siz sahaya da çikamazsiniz. Çünkü o sahaya çikip oynamak o kurallari kabul etmenin neticesidir. Din olayini kabul edebilirsiniz veya etmeyebilirsiniz. Ama ben dini kabul ediyorum dediginiz zaman, Peygamberin getirdigi kurallari kabul ediyorum demektir bu. O zaman sizin düsünce yapinizi, Peygamberin getirdigi kurallarla bagdastirmak mecburiyetindesiniz. Eger düsündügünüz birtakim seyler, Peygamberin getirdiklerine uymuyorsa, düsünmekte özgürsünüz ama; Peygambere inandiginizi ve ona tabii oldugunuzu söylemeye hakkiniz yoktur. Din olgusunun insana vermek istedigi iki ana mana vardir. Önce birinci önemli husus, birinci önemli nokta, birinci önemli mana üstünde duracagim.

Mutlaka bir cenazeye gitmissinizdir. Ve o cenazede tabut ve tabutun üstünde bir yesil örtü görmüssünüzdür. O yesil örtünün üzerinde sirma ile yazili bir ayet vardir. O ayette söyle der;”Her nefis ölümü tadacaktir”. Incelige dikkat edelim. Kuran kesinlikle “öleceksiniz” demez, ölümü “tadacaksiniz” der. Tadacaksiniz. Insan ölmez ölümü tadar. Kuranin hükmüne göre, Peygamberin bildirisine göre, Peygamber de ölüm olayini söyle anlatir; kisi ölümü tattigi anda ölmüs oldugunu farketmez. Kisi kendi bedenini yikayani ve çevresindekileri görür, bilir, tanir. Kendi cenaze namazini kilanlari, tabutun içinde ve üstü örtülü olmasina ragmen görür, bilir ve tanir. Mezardan uzaklasanlarin ayak seslerini isitir. Sonra kabirin içindeyken iki melek gelir. Münkir, Nekir adlariyla, maruf. Ve ona bazi sualler sorar. O suallerinde cevabini verir. Niye?
Ölümü tatma anindaki olaylarin bazi ana noktalarini vurgular. Öyleyse ölüm denen olayin ne oldugunu bir an için hatirlayalim.

Bir yerde bir koltukta oturuyorsunuz, çevrenizde de insanlar var. O anda elinizi kaldirmak istiyorsunuz, kaldiramiyorsunuz. Bir sey söylemek istiyorsunuz sesiniz çikmiyor, bir anda panige düsüyorsunuz. Felç mi oldum diyorsunuz? Sizde felç oldum düsüncesi, duygusu hakim oluyor o anda. Halbuki sizin durumunuzdan süpheleniyorlar, disardan bakiyorlar hareket yok, gelip dokunuyorlar yigilip kaliyorsunuz. Aaa...! Öldü!, diyorlar. Siz onlarin öldü deyisinden öldügünüzü anliyorsunuz. Felç geçirmediginizi anliyorsunuz. Dikkat edin. Akliniz, suurunuz, idrakiniz, bütün duyulariniz yerinde, disarida olup bitenleri görüyorsunuz. Fakat beden bir anda yigilip kalmis. Deyin ki siz buna kalp krizi. Iste o anda çevrenizdekiler bagirip, çagirmaya, haykirmaya basliyor. Agliyorlar, vaveylalar kopuyor. Siz “ Ölmedim, yasiyorum!” demek istiyorsunuz, sesiniz çikmiyor. Çünkü; beyin durmus, sinir sistemi felç olmus, hiçbir hareket yok bedende. Ve onlarin bu haykirislari, bagirislari sizi daha büyük bir sikintiya, azaba, panige sokuyor. Peygamberin sözünü hatirlayalim;Ölülerinizin yaninda haykirip, bagirip, çagirmayin onlara eziyet edersiniz” Çünkü; o zaten ölü degil!!! Yasiyor! Yasiyor, fakat beden durmus, bitmis. Bedenden disari iletisim saglanamiyor.
Derken aliyorlar bedeni koltugun üstüne uzatiyorlar, törelerine göre getirip üstüne bir biçak, bir çatal bir seyler koyuyorlar. Siz orda çevrenizde aglasanlari seyredip duruyorsunuz.

Sonra aliyorlar sizi, götürüyorlar bir hamama sicak bir yere, üstünüze sulari döküyorlar, sizi evirip çeviriyorlar, siz ne kadar ugrasirsaniz ugrasin, disariyla iletisim kurmaya Ben yasiyorum! demeye diyemiyorsunuz. Ama sizi yikiyanlari görüyorsunuz, biliyorsunuz, taniyorsunuz. Taniyorsunuz ama maddi dünyasiyla baginiz kopmus. Param diyorsunuz, isim diyorsunuz, koltugum diyorsunuz, anam, karim, çocugum diyorsunuz hiç! Bunlarin hiç biri size ulasamiyor. Ve bunlara dokunamiyorsunuz.
Daha sonra sizi aliyorlar beyaz bir kefene sariyorlar, tahta bir sandigin içine koyuyorlar, üstünüzü kapatiyorlar ama sizin görüsünüze mani olmuyor o tahta, o örtü... Disarida olanlari seyrediyorsunuz. Gözleri yasli, hüzünlü insanlar...
Sonra götürüyorlar bir musalla tasina koyuyorlar. Hüzünlü an, çevrenizde agliyorlar, haykiriyorlar. Gözü yasli kariniz, kocaniz, çocugunuz, ananiz, babaniz, arkadaslariniz, sevdikleriniz... Ve siz bunlari da seyrediyorsunuz...

Sonra sizi aliyorlar bir mezarin yanina getiriyorlar. Koyuyorlar topragin üzerine, mezar kaziliyor çevrenizde hüzünlü insanlar...
Iste o anda hayatinizin en büyük panigi basliyor. Yasaminizin en büyük panigini o anda yasiyorsunuz. Çünkü; akliniz, suurunuz, idrakiniz, bütün duygulariniz sizinle beraber, yani siz o anda yasiyorsunuz, fakat bedeni içinde bir örtüde ve o mezarin içine konacaginizi, üstünüze topragin atilacagini, ve orada hapis kalacaginizi, görüp hissediyorsunuz.

Hz. Ömer(r.a) soruyor;
- Ya Resulallah! Ben mezara kondugum zaman su andaki aklim, idrakim, duygularim, suurum, aynen muhafaza olacak mi?
-Evet Ya Ömer! Aynen su andaki aklin, idrakin, duygularinla varolacaksin.
Evet. Kisi o mezara gömülme aninda hayatinin en büyük panigini yasiyor. Diri diri topraga gömülmek...
Ve sizi en sevdiklerinizin elleriyle topraga alip o mezarin içine koyuyorlar, üstünüze topragi atmaya basliyorlar. Tahtalar konuluyor veya beton taslar konuluyor, disariyla ilginiz kesiliyor. Ama disardaki sesleri duyuyorsunuz, topragin içinde canli canli hapis kaldiginizi hissediyorsunuz. Evet bedende bir olay yok o ana kadar ama, siz o topragin içinde canli canli hapissiniz. Bagirmak, haykirmak istiyorsunuz; Beni buraya birakmayin!,beni buraya koymayin!, ben yasiyorum!, canliyim!, diriyim! Ben de sizin kadar suurluyum!
AMA ILETISIM YOK !
Bunlara ulasamiyorsunuz, ve sizi oraya birakiyorlar, üstünüze topragi kapatiyorlar, isik kayboluyor, kapkaranlik bir mezarin içinde tek basinasiniz...
Peygamberimiz(s.a.s) söyle diyor:” Kisi kabre kondugu zaman o panik içinde öyle bir haykirisla haykirir ki; feryadi arsa kadar yükselir. Fakat ne yazik ki insan kulagi o haykirisi isitemez. Iste o panik aninda düsünüyorsunuz ki, size dünyada iken söylenen; ölmek yok!, hayat devam ediyor!, öbür hayata kendini hazirlamazsan pisman olursun! ikazlari gelmisti, ulasmisti fakat bunlari kaa’le almamistin. Artik mezardan geri dönüs yok. Bitiyor,hersey son buluyor. Ve orada gerçekten iki melek geliyor, size bazi sualler soruyor. Siz o panik halinizle ne derece cevap verebiliyorsunuz, size ait olan bir olay...
Sonra aradan zaman geçiyor, mezarin içinde yilan, çiyan, köstebek, fare kenarlardan çikiyor geliyor sizin kasinizi, gözünüzü, yanaginizi, agzinizi, burnunuzu, karninizi, barsaklarinizi yemeye basliyor. Ve siz mezarda kendi yenisinizi, bu hayvanlar tarafindan parçalanisinizi seyrediyorsunuz, hissediyorsunuz. Evet fiziki bedeninize olan fiziksel bir azap size ulasmiyor ama, kendinizi kabus görür sekilde düsünün, rüyada, yatakta...Rüyanizda size gelen baskilari, birtakim hayvanlarin size verdigi zarari, veya bir uçurumdan düsüsünüzü, bir biçagin sizi kesisini, bogulmanizi, gögsünüze birinin oturup bogazinizi sikmasini düsünün...O anda fiziksel bir olay yok ama, sizin yasadiginiz kabus... Iste mezarda öyle bir kabusun içine düsüyorsunuz ki, uyanma, geri dönme yolu yok. Ve böylesine baslayan bir
ÖLÜM ÖTESI YASAM
Yani siz ölümün ne oldugunu tadiyorsunuz. Tadis sizde bir sey degistirmiyor. Herhangi bir seyi tattiginiz zaman nasil suurunuzda, idrakinizde bir degisme olmuyorsa, sadece o seyin ne oldugunu anliyorsaniz, “ölümü tatmak” demek bu bedene kumanda edemez hale gelmeniz demek. Bu bedene kumanda edemez hele geliyorsunuz, iste bu “ölümü tatmak” denen olay. Ama yasaminiz devam ede gidiyor o kabirde...
Size sorsam, bir aynaya baktiginiz zaman ne görüyorsunuz? desem, hemen vereceginiz cevap su olur. Aynaya baktigim zaman kendimi görürüm. Iste aynaya baktigim zaman kendimi görürüm cevabiniz Peygamberi, Kurani, ve ölüm ötesi yasami inkardan baska bir sey degildir!

Eger gördügünüz aynada, sizin ben dediginiz, kendim dediginiz yapi ise bu beden belli bir seneler sonra toprak altinda çürüyüp yokolacak ve bu hesaba göre sizinde yokolmaniz gerekecektir. Ama siz toprak altinda Peygamberin bildirdigi bir sekilde yasayacaksiniz. Bu beden çürüyüp yokolmasina ragmen demek ki aynada ben dediginiz, kendim dediginiz seyi görmüyorsunuz. Siz bir beden görüyorsunuz.
Sokakta bir araba görüyorsunuz, yaklasiyorsunuz cama tikliyorsunuz, cam açiliyor içerde bir adam, direksiyona yapismis Kimsin sen? diyorsun. Ben 1956 modeli Chevroletim diyor. Adama bakarsiniz gülersiniz,kafayi üsütmüs zavalli dersiniz. Sen Chevrolet degilsin kardesim, sen insansin, arabanin direksiyonunda oturuyorsun, bir süre sonra da direksiyondan kalkip arabadan çikarsin! dersiniz. Adam size Hayir öyle sey yok, herkes bana böyle dedi, herkes de bana böyle diyor, ben otomobilim cevabini veriyorsa artik siz ona daha fazla bir sey söylemezsiniz. Zavalli, Allah selamet versin” der geçersiniz.

Iste bugün birtakim insanlar, ben 56 dogumlu bilmem kimim, ben 48 dogumlu bilmem kimim, ben 38 dogumlu bilmem kimim diyorsa o 56 model Chevrolet’im diyen soförden farki yoktur.
Siz belli bir süre için bu bedenle birlikte varolan, fakat bir süre sonra bu bedeni terkedip, bedensiz olarak yasamina devam edecek bir varliksiniz.
Iste din dedigimiz olgu burdan ileri geliyor, su anda her ne kadar bu nedenle bu madde dünyasinda yer aliyorsaniz da, belli bir süre sonra , bu madde dünyasiyla tüm iliskiniz kesilecek, paraniz, koltugunuz, kariniz, kocaniz,çolugunuz-çocugunuz,ananiz, babaniz v.s tümü geride kalacak, tek basiniza yepyeni bir hayata geçeceksiniz.
Eger o hayatin sartlarina göre kendinizi hazirlayamadiysaniz, hazirlama geregi duymadiysaniz, siz ne olursa olsun o ortamda çok büyük bir sikintiya , azaba düseceksiniz. Ergeç denize düsecek olan insan yüzme ögrenmek mecburiyetindedir. Yüzmeyi ögrenmediyse, o denizin içinde bogulur. Bunun baska yolu yoktur.Ben dünyada böyle bir insandim, söyle bir insandim, sunu yaptim, bunu yaptim. Sen dünyada nasil bir insan olursan ol, eger yüzmeyi ögrenmediysen, denize düsünce bogulursun. Sen eger gidecegin ölüm ötesi aleme gereken bir biçimde hazirlanmadiysan, o alemde yer alacak olan ruh bedenini gerektigi bir biçimde, gereken enerjiyle güçlenmediysen, ne olursan ol o alemin bataginda
B-O-G-U-L-U-R-S-U-N....

E canim ben Peygambere inaniyorum, Allah’a inaniyorum ama gerektigi gibi hazirlanamiyorum. Aldatma kendini, mantigini çalistir, beynini çalistir gerçekçi düsün. Senin halin o adama benziyor. Vapur yolculuguna çikmis, kaptanla da çak samimi, kaptanin sofrasinda yemek yiyor, kaptanla da çok iyi sevisiyor. Ama birgün güvertede güneslenirken, kaptandan su seslenisi isitiyor;Gemi su aliyor, batmak üzere,herkes acele yüzme ögrensin, veya can simidi edinsin Sen diyorsun ki;Canim, ben burda keyfime bakayim, ben kaptani seviyorum, nasil olsa kaptan beni kurtarir” Gemide 1000 yolcu nerde sen nerde kaptan. Bir süre sonra gemi batiyor. Sen sularin içinde gulu gulu yapiyorsun. Bu arada diyorsun ki;Deniz, deniz! Beni bogma, ben kaptani çok seviyordum, ben kaptana yaniyordum Deniz sana lisani halle der ki; burda kaptani sevmen, kaptana yanman, sana fayda etmez. Ya can simidi edinseydin veya yüzme ögrenseydin. Sen istedigin kadar kaptana inaniyordum de, bogulursun. Çünkü; kaptanin senin inanmana ihtiyaci yok, yani Peygamberin senin ona inanmana ihtiyaci yok. Allahin da senin ona inanmana ihtiyaci yok.

Peygamber sana diyor ki;

Eger benim dediklerimi anlayip idrak edemiyorsan, bana hiç olmazsa inan, ölüm ötesinde böyle bir yasam var, o yasamin sartlarina göre tedbir alarak kendini kurtar. Sen diyorsun ki;”Ben sana inaniyorum Sonra bildigin gibi yasiyorsun. Saçmalama. Peygambere inanmaktan gaye, Peygamberin dedigini anlayip idrak etmek, ve o bildirdigi tehlikeye karsi gereken tedbirleri almaktir. Sen ona gerektigi gibi kulak vermiyor, dediklerini anlamiyor, gereken tedbirleri almiyorsan, ne kadar “inaniyorum,onu çok seviyorum” dersen de, o gittigin ortamda içine düsecegin azaptan kendini kurtaramazsin. Ona inanmaktan murat, onun önerdigi bir biçimde gereken tedbirleri almaktir. Peygamberin senin inanmana ihtiyaci yok ki...

Sen ya gelecegi idrak edip, gereken tedbiri alarak kendini kurtaracaksin veyahutta es geçeceksin. Gittigin ortama gereken bir biçimde hazirlanmadigin içinde mahvolacaksin!
Diri diri kabire gömülüp, orada canli canli o azabi çekeceksin seneler ve seneler boyu. Bu daha isin baslangici, devamini söylemeyecegim su anda....
Bir Isviçre’ye gitmeye kalkiyorsun, bir Amerika’ya gitmeye kalkiyorsun 6 ay evvelinden hazirlik yapiyorsun, oranin sartlarini ögreniyorsun, ne götüreyim, ne getireyim, yanima ne alayim, orda ne kalayim diye onu arastiriyorsun.
Ömür boyu, sonsuz yasayacagin bir ortama gideceksin bir daha geri dönüs yok, oranin sartlarini arastirma geregi duymuyorsun. Ondan sonra akilliyim diye geçiniyorsun. Bu mu aklin...

Hazirlanma kabul ama, evvela oranin ne oldugunu ögren ondan sonra hazirlanma, bilmedigin birseye nasil tedbir alirsin veye nasil tedbir almama geregini duyarsin. Senin garanti senedin mi var? Su kadar sene yasayacagina dair.
Bir damarindaki tikanma, bir kalp krizi, bir beyin kanamasi senin bir anda kaç yasinda olursan ol hayatinin sonudur. O andan itibaren sana ne karin,ne paran,ne kocan,ne anan,ne baban, ne bir baskasi fayda edecek. Peki o ölüm denen olayla birlikte baslayacak olan ölüm ötesi yasama hazirlanmadiysan seni kim kurtaracak, ne kurtaracak. Allah kerim canim, yukarida ALLAH var canim nasil olsa kurtarir. Birak bu agizlari, iyice aklini basini topla ona göre hareket et. Yoksa vay haline....

(Yazari meçhuL)           
www.sadakat.net

 

 


Eigene Webseite erstellen bei Beepworld
 
Verantwortlich für den Inhalt dieser Seite ist ausschließlich der
Autor dieser Homepage, kontaktierbar über dieses Formular!